Budapeşte'de I. Gün:
Trabzon'dan İstanbul aktarmalı uçuşumuz Budapeşte saatiyle yaklaşık 12:30 da son buldu. Bu yurt dışı deneyimimizde bavullar tamam. İkisi de yanımızda. Eh! O zaman ver bi bavulların yanımızda olmasının dayanılmaz mutluluğu selfisi :)
Budapeşte hava limanı içinde otobüs, taksi gibi yönlendirmeler ile şehir merkezine hangi ulaşım aracıyla gitmek istiyorsanız o tabelanın bulunduğu çıkıştan çıkıp gidebilirsiniz. Biz otobüs ile gideceğiz. Yalnız çıkmadan önce, hatta bavulları beklerken yaklaşık 10 € kadar bozdurup HUFa çeviriyoruz.
Neden? Çünkü, okuduklarımıza göre € her yerde geçmiyor ve şehirde kur anlamında kafalarına göre takıldıkları için. Yani kısacası hava limanında düşük fiyattan bozduruyorsunuz, aman kardeşim fazla para bozdurmayın! Misal, hava limanında 241,60 HUF olan € şehir merkezinde %1i komisyon olmak üzere 304,5 HUF'tan bozduruluyor. Bu önemli detayı geçip geliyorum şehir merkezine nasıl gidiliri anlatmaya. Efenim şöyle ki, hava limanından otobüs tabelalarının yönlendirdiği çıkıştan çıktık sola doğru ilerledik zaten ilerde bir otobüs beklemekteydi. Hemen otobüsün yanında bilet makinesi de mevcut.
200E nolu otobüse (ki zaten sadece bu hat var) binip, Köbanya-Kispest durağına kadar gidiyoruz. Köbanya Kispestten M3 mavi hatta binip Vörösmarty Terde indik ve kırmızı hatta M2 geçip hotelimizin çok yakınında olan Blaha Lujza Terde iniyoruz. Rakoczi Ut çıkışından çıkıp Burger Kingin köşeden sağa dönünce ikinci bina bizim otel, İbis Budapest City Hotel. Avrupada görüp görebileceğiniz en temiz, en rahat otel bence. Diğer şubelerini bilemem tabi ama Budapeşte için fiyat-fayda dengesini çok iyi bir şekilde sağladı. Otele hemencecik bir yerleşip güzel havanın tadını çıkartmaya sokağa atıyoruz kendimizi. Bu arada asıl açıklamam gereken durum şu ki bu gezimizi dört kişilik planladık. Yani arkadaşlarımız Çiğdem ve Serdar TURAN çifti de bu gezide bizimle birlikte olacaklar. Ve fakat elimizde olmayan bir nedenden ötürü ikinci gün bize katılabilecekler. Hemen çıkıyoruz yola ilk günü şehrin batı kısmına ayırdık. Neden? Çünkü o tarafta dönem dönem Nazi Almanyası ve Sovyet Rusyanın da egemenliği altına girmiş olan Budapeşte halkının yaşadıklarını anlatan Terör Müzesi var. Otelimizden çıkıp Erzsebet Körütten yola devam ediyoruz. İlerde bir ara sokakta festival benzeri bir şey var. Panayır gibi de aynı zamanda yerel pazar kurulmuş hem ahşap hediyelikler, hem yöresel yemekler satılıyor hem de bir sahne kurulmuş canlı müzik var. Ay! çok eğlenceli... hava kararmadan gezmemiz gereken yerler var ama, o yüzden çok oyalanmıyoruz. İstikamet Terör Müzesi. Müzeye girişte kuyruk var.
Biraz bekledikten sonra içeriye girdik kişibaşı 2000HUF'a müzenin ilk giriş katında bina boşluğuna yerleştirilmiş bir tank mevcut. Bu bina zamanında karakol olarak kullanılmış her iki dönemde de ve müzeye ilk girişte bir ekrandan dönemi yaşamış insanların sesli anlatımı ile içeriye giriyorsunuz. En alt katta hücre ve işkence odaları mevcutken üst katlara çıkıldıkça çeşitli farklı anlatımlarla dönemin karanlık, iç bunaltıcı,insanlık dışı uygulamaları tüm çıplaklığıyla anlatılmaya çalışılmış. Efektlerle birlikte oldukça da başarılı olmuşlar bence. Bir bölümde oturarak izleyebileceğiniz sesli anlatım olan ekranlar, bir bölümde o döneme ait dosyalar, bir bölümde sabunlardan yapılmış bir labirent ve başka bir bölümde de bir perdelerle örtülü bir siyah vosvos. Bu anlattıklarım çeşitli renk ve ses efektleriyle öyle bezenmişler ki benim içim karardı. Gökhan hayran hayran bakınıyor tabi. Anladığımız şu ki Nazi soykırımından kurtarıldığını sanan Macar halkı Sovyet rejimle birlikte kendi insanı tarafından daha büyük bir mezalime uğramış. Bu iç karartıcı mekandan kendimiz dışarı atıyoruz ve hemen yakında ki metro istasyonundan (Vörösmarty Utca) sarı metroya (M1)binip Hösök Tere (Kahramanlar Meydanı)de iniyoruz. Kahramanlar Meydanı Andrassy Bulvarının sonunda.
Meydanda Macaristan tarihinde ki önemli devlet adamları ve kralların heykelleri ve milenyum anıtı var. Yine meydanın sağ tarafında Kunsthalle (Sanat Müzesi) var.
Müzenin hemen önünde beer bike :) Tam Gökhanlık ama hava soğuk ccesaret edemiyoruz. zaten kalabalık ekip olunsa daha iyi. Beer bike bira gücünün ayaklara yansıdığı, içtikçe pedal çevrilen, hem nonstop içki hem şehir gezisi yapılabilen Budapeşte'de yapılması gereken yegane aktivite. Müzenin hemen arka tarafında şehir parkı bulunmakta. Şehir parkı oldukça büyük bir alanda kurulu, hemen girişinde kışın donarak (ya da donduralarak) buz pisti olarak kullanılan gölün bir uzantısı ve göle nazır işletmeler mevcut.
Vajdahunyad Castle |
Biz göl kısmını da göremedik, ilginç. Parkın içinde gezinmeye devam ediyoruz. Parkın bir kısmında bir takım stantlar kuruluydu ve de bir afiş " Türk Haftası" yazılı. Stantlarda çay, gözleme, döner ne ararsanız var. Vajdahunyad Kalesi ve Jaki Kapolna var bu bölgede. Ve tam tersi istikamete, devasa ağaçların, sararmış yaprakların arasından geçerek ilerliyoruz ve Scezhenyi Termal Bath'a geliyoruz.
İçeriye girince bir bilet satış noktası var. Seçeneklere bakarken bir de ne görelim Gökhan'ın asla vazgeçemeyeceği bir şey var 'Beer Spa' şimdi isminden ötürü yanlış anlaşılma olmasın bir ahşap fıçıda aromatik tozlar katılmış termal suda yıkanırken hemen yanı başınızdan bira musluğundan istediğiniz kadar tüketebiliyorsunuz fiyatı da kişi başı 25 €. Yalnız biz çıkışta Scezhenyinin açık havada ki termal havuzundan da faydalanmak istediğimizden o kısmın da ücretini ayrı olarak ödedik. Zaten açık havuz saat 10'a kadar açıkmış termal banyoların kişi başı ücreti de hafta sonu ve hafta içi değişiklik göstermekle birlikte biz bileğe takılan dolap kilidiyle birlikte kişi başı 4900HUF verdik. Önce beer spaya girmemiz gerekiyor çünkü en son saat 19:00da kapatıyorlarmış çünkü. Bu arada içeriden kiralık havlu ve terlik temin edebiliyorsunuz. Nitekim biz de öyle yapıverdik tabi ki. Ama kiralama fiyatları ne kadardı onu hatırlayamıyorum malesef. Beer spa tam olarak 45 dk sürüyor ve ödemesi euro cinsinden spa merkezinin içinde yapılıyor. Spamızın vaktini doldurduktan sonra termal banyoların açık havuzuna çıkıyoruz. Hava kararmış, ne güzel ya dışarının ısısı 16 derece, havuz suyunun ısısı 24 derece.
Ekim ayının ortasında kızgın kumlardan serin sulara atlayamayacağımıza göre biz de tam tersini yaparız o zaman :) soğuk havadan atla atla koş havuza hoop! Günün yorgunluğunu atmak için birebir. Harika ötesi dışarısı soğuk termal havuzdan buharlar çıkıyor. Sıcacık ne severim ne severim. Beni burda bırakın buruş buruş olayım. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bunun da var tabi. Acıktık artık ve otele dönüp sıkı sıkı giyinip tekrar dışarı çıkma vakti. Termal banyonun hemen dışında ki Scezhenyi fürdo durağından sarı (M2)metro hattına binip aktarma ile otelimize dönüyoruz. Bu arada 24' er saatlik iki bilet aldık (tanesi 4500HUF) metroların içinde kontrol eden olmadığı gibi girişlerde de kontrol edene pek rastlamadık ama birimiz her ihtimale karşı okuttuk bileti. Budapeşte'de geldiyseniz ve gece hayatını seviyorsanız şehir size çeşitli alternatifler sunuyor. Hem değişik tasarımlı bir yerde atıştırmalığım da olsun açık havada yerel biralarından da içerim diyorsanız şehrin bir bölgesinde sıklıkla bulunan harabe bar konsepti tam size göre. Bu konsept için en önerileni, Scezhenyi Bathta ki beer spaya yönlendiren Macar kızların da tavsiyesi aynı zamanda, Szimpla Kert. Gitmeden önce yaptığım araştırmalardan da buranın ismini sıklıkla duyduğumu hatırlıyordum zaten.
O zaman doğruca Szimpla Kerte gidiyoruz. Ruin (harabe) Bar konspeti, komünizmden çıkan yoksul halkın eğlenme ihtiyacıyla doğmuş, dışarıdan harabe görünümünde ki yapıları sokaktan toplama materyallerle donatıp mekanlar oluşturmuşlar. Bu mekanların en popüleri Szimpla Kert. Konsepte uygun eski bir binada hizmet veren mekan, geniş bir avlu (açık hava bahçe) ve kapalı bir kaç alandan oluşmakta. Bahçede çeşitli içecek ve yiyecek alabileceğiniz stantlar mevcut. Bahçede ve içeride sokakta, evde, eski ne olabilirse var. Havada asılı bisikletler, eski araba, variller, banyo küvetleri, eski peluş oyuncaklar, saatler, avizeler ve daha bir sürü şeyler. Konsepte çok uygun harabe bir mekan. Burada bir tavuklu salata, bir hamburger, iki bira sipariş ediyoruz toplam 4100 HUF ödüyoruz. Bahçede bi kenara çömüyoruz hemen yalnız az önce termalden çıkmış olduğumuz için beni bir üşüme aldı, ilk günün de yolculuk yorgunluğu eklenince otele dönme vakti gelmiştir.
Budapeşte'de II. Gün:
Bugün gezi arkadaşlarımız geliyor. Onlar gelene kadar oyalanmak amacı ile hem de Budapeşte'ye gittiğinizde görmeniz gereken yegane yerlerden olduğuna inandığım Central Market Hall' a gidiyoruz. Zaten otelde kahvaltı da olmadığından şehrin pazarı olan bu alanın üst katında yöresel lezzet olan "Langos" yiyeceğiz. Otelden çıkıp metro aktarmaları ile Yeşil hatta (M4) binip Fövam Terde iniyoruz. Bu arada evet gitmeden önce okuduğum yazılarda Budapeşte'nin oldukça eski metro hattının olduğunu öğrenmiştim ancak bu yeşil hat oldukça yeni ve istasyonları uzay üssü gibi. Ayrıca tüm şehirde ki Çıkınca hemen sağ tarafta pazar binası bizi beklemekte. istasyon çıkışı yürüyen merdivenler uçuyor resmen. Bu ne hız? Ayağınızı basamağa koydunuz öbürünü koyamadan yükselmeye başlamış oluyor hemen. Bu ek bilgiyi verdikten sonra pazardan içeriye girip hediyelik eşya ve yemek büfelerinin olduğu üst kata çıkıyoruz hemen.
Yukarıda bir kısım sadece yemek üzerine büfelere ayrılmış. Yöresel yemekleri langos yapanlar da var. Birinden sipariş verdik tabi orada ne var, ne yok ,ne kadar neyden koysun, diye düşünmeye vakit harcamayalım dedik ve klasik stil denilen sanırım da en karışık olanını sipariş ettik ne kadardı hiç hatırlamıyorum ama genel olarak bu şehirde yiyecek içecek öyle çok da pahalı değil.
Langos, bildiğimiz bizim pişi, az daha büyüğü sadece. Pişinin üzerine peynir, domates, soğan, salam gibi çeşitli şeyler koydurtup yiyebilirsiniz. Gayet de lezzetli bence. Karınlar doydu, gelin şimdi pazarı gezelim. Pazarda minik minik stantlarda envaiçeşit hediyelik eşya. Ahşaptan oyarak yapılmış el emeği heykelcikler var acayip güzeller ve bir o kadar da pahalı tabi. Magnetler, kar küreleri, müzik kutuları, porselen bebekler, matruşkalar, ahşap mutfak aletleri, yine mutfak eldivenleri ay çok güzeller.
Fark ettik ki şehir merkezi ile çok büyük fiyat farkı yok aslında yalnızca ilerledikçe stantlar arası fiyat farkı var o da zaten cüzi miktarlarda. Baya bi vaktimizi burada geçirdikten sonra tekrar sokağa çıktık. Central Market Hall'un hemen yanı başında Budapeşte Üniversitesi var. Gökhan'ın teşvikiyle içeriye giriyoruz. Cafe kısmında masalardan birine çöküp iki içecek alıyoruz makineden. Burada üniversite havası da solumadık değil yani:)
Üniversite içinde kahve makinesinden kahve almak adlı çalışmamız:) |
Biraz dinlenip tekrar yola koyuluyoruz. Gezi arkadaşlarımız gelmek üzereler otelde karşılayalım onları. Çıkışta sol tarafta metro girişi tarafında Szabadsag Hid (Özgürlük Köprüsü) var. Hemen köprünün arkasında ki tepe de Gellert Hill (Gellert Tepesi) ve bu tepede özgürlük heykeli bulunmakta.
Gellert Hill ve Özgürlük Heykeli |
Biz bu tepeyi uzaktan görüp geçiyoruz. Bu tepeye çıkıp vakit harcamayacağız. Nitekim, şehir manzarası için illa ki buna gerek yok. Çünkü, bir alternatifimiz daha var ki o da Castle Hill. Ona geleceğim önce arkadaşlarımızı karşılayalım. Grubu toparladık hadi gezelim. İlk durak Szechenyi Chain Bridge (Zincirli Köprü), 1873'te kurulan bu köprü Buda ve Peşte'yi birbirine bağlamış. Biz bu köprünün efsaneleşmiş herkes tarafından bilinen hikayesini birbirimize anlatarak Buda tarafına geçiyoruz.
Hikaye şöyle ki; Bu köprünün başında ki aslan heykellerinin dilinin olmayışı bir gezi grubunda ki bir öğrenci tarafından farkedilir ve heykeltraş kendini köprüden atar. Bu hikayenin gerçekliği tartışıladursun gelin biz fünikülere doğru ilerleyelim. Budin Kalesinin bulunduğu tepeye yürüyerek de çıkılabilir ancak biz tarihi füniküleri tercih ettik.
Kişi başı 700 HUF gibi bir ücreti vardı sanki. Tepeye çıktığımızda asker nöbeti değişimine denk geliyoruz. Kraliyet sarayı olarak da kullanılan kompleksin inşası 1265' de tamamlanmış. Bu bölge, tarihte saymakla bitmeyen işgal ve savaş geçiren şehrin bir çok kez yıkılmış ve en son aslına uygun inşasıyla Dünya Kültür Mirasları Listesinde yer alan bir bölümü.
Kale Tepesinden Parlemento Binası |
Aziz Matthias Klisesi |
Tepede bulunan yine şehrin simgesi haline gelmiş eski yapılardan birisi de Aziz Matthias Kilisesi. Kilise, yüzyıllar içerisinde şehrin Türklerin işgali ile camiye dönüştürülmüş, bu dönem bittiğinde tekrar kilise haline getirilmiş 19. yy.da da restore edilip eski görkemini geri kazanmış. Kilise aynı zamanda müze olarak da hizmet vermekte. Kale bölgesinde görülmesi gereken bir önemli yapı da Balıkçı Tabyası "Fisherman's Bastion".
Geçmişi yakın zamana dayanan ve ismini Orta Çağ'da bu bölgede yaşayan balıkçılardan alan yapı çok sayıda kuleden oluşmakta. Masal şatoları görünümünde olan yapının bu kuleleri geçmiş dönemde ki Macar kabilelerini temsil ediyormuş. Biz dehşetli soğuk, rüzgarlı ve yağmurlu bir güne denk geldiğimiz için çokça keyfini çıkartamadık. Ancak güzel bir günde gidenler için tabyanın en tepesinde bir cafe&bar mevcut. Biz hemen bu civarda bulduğumuz bir Starbucks'a sığındık ve biraz dinlendikten sonra ara yollardan Chain Bridge'e doğru yürüyerek ulaştık.
Akşam ışıklandırması ile muhteşem gözüken köprü aklıma daha önceden duymuş olduğum şu söylentiyi getirdi, "Budapeşte, Avrupanın en iyi ışıklandırılmış şehri". Doğru demişler vallahi. Köprüden karşıya geçerken devasa güzellikte olan Parlemento Binası da ışıklandırılmıştı. Şehir ışıl, ışıl harika. Köprüden karşıya geçip yahudi soykırımını anlatan Tuna nehri kenarında ki ayakkabıları görmek için Parlemento binasına doğru ilerliyoruz.nehir kıyısında ki bu ayakkabılar, II. dünya savaşı sırasında ayakkabılarını çıkartarak nehir kıyısında öldürülen yahudileri temsil etmekte. Nehir kenarından ilerleyince Parlamento binasına ulaşıyoruz.
Shoes on Danube |
![]() |
Parlemento Binası |
![]() |
Parlemento binası |
![]() |
Parlemento Binası |
Balıkçı Tabyası |
Kale Tepesi |
Budapeşte III.Gün:
Son günümüzde şehrin büyük pazar yeri olan Central Market Hall'a geldik yine. Dün zaten gelmiştik ama bugün de ayaklarımız bizi tekrar buraya getirdi. Pazar yerinin karşısında ki Anna Cafede kahvaltı önerilmiş. Biz de bi deneyeceğiz. Kahvaltı değil de peynir tabağı var bir büyük peynir tabağı 2 gulaş çorbası ve ekmek istiyoruz. Biraz atıştırıp hemen atıyoruz kendimizi pazara. Çeşit çeşit hediyelik eşyaların arasında boğulacaz. Zaten dün gördüğüm ahşaptan oyularak yapılmış biblolar harika tekrar tekrar bakacam, az uygununu bulursam alırım belki. El emeği ya çok pahalılar. Neyse pazarın üst katı daha önceden de belirttiğim gibi hem yeme-içme hem hediyelik eşya alanı. Bir kaç hediyelik daha alındı ve işlem tamam. Şimdi istikamet şehrin gezilmedik merkezleri. Central Market Hallun hemen karşısından devam eden uzun trafiğe kapalı sokak Vaci Utca boyunca yürüyüp, sağlı sollu dükkanlar arasında ilerledik. Bu arada geldiğimiz günden beri sokaklarda görüp de bir türlü yemeye fırsat bulamadığımız "kürtoskolacs". Tarçınlı ve şekerli hamur tatlısı üzerine fındık fıstık serpiştirme alternatifleri de var ancak biz en basit olanını istedik.
Ay ben çok beğendim bunu gerçi bana hamur verin de. Yani benim gibi hamur sever bir kişilikseniz Budapeşte'de aç kalmazsınız efendim. Buradan yürüyerek Vörösmarty Tere geliyoruz. Burada 1858 yılından beri hizmet veren ve bütün avrupadaki en geleneksel kahve evi sayılan, Gerbeaud Cafede bir mola veriyoruz.
Tarih kokan bu mekanda, keyifle kahvelerimizi içtikten sonra tekrar yola koyuluyoruz. Erzsebet Teri de geçip Oktober 6 U.dan devam ediyoruz. Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta Zrinyi u. sonunda Szent Istvan Bazilika (St. Stephens Bazilikası)sını görüyoruz.
Macaristan Devletinin kurucusu St. Stephen'ın adı verilen klisenin inşaatı 1851 yılında başlamış ve 1905 yılına kadar ancak tamamlanabilmiş. Buradaki ziyaretimizi de tamamladıktan sonra Budapeşte'nin bir başka turistik mekanını, Opera binasını görmeye gidiyoruz. Andrassy Utca üzerinde olan bina dünyanın en iyi akustiğe sahip opera binalarından biriymiş.
1884 yılında halkın hizmetine sunulan bina neo-rönesans tarzda inşa edilmiş.Oldukça görkemli olan binayı gezmek için gün içinde belirli saatlerde turlar bulunmakta. Bizim acelemiz olduğu için turla birlikte gezemedik ama şöyle bir kafamızı uzatıp bakmadık da değil yani. O görkeme kıyısından köşesinden de olsa şahit olmak lazım. Bu arada akşam olmadan bir şeyler yemek lazım tabi. Bir Gürcü restaurantına atıyoruz kendimizi zaten Batum'dan da biraz bildiğimiz hamurlu pideli birşeyler atıştırdık. Otele çok yakın olan ve Avrupa'nin en güzel cafesi ünvanı olan New York Cafe'ye de uğruyoruz fakat zamanımız yok sadece uğrayıp otele geçmemiz lazım.
NewYork Cafe |
Otelden bavulları alıp tren garı Keleti Palyaudvara gidiyoruz zaten kısa mesafe o yüzden taksiyle gitmek daha mantıklı. Gara bir geliyoruz ki bizim geçen sene İtalya'nın çeşitli şehirlerinde deneyimlediğimizden oldukça farklı. Gar etrafında dinlenmek, ısınmak, beklemek için herhangi bir alan yok. Haliyle cafe falan öyle bir şey hiç yok. Garın girişinde ortada bulunan büyük tabeladan gelen giden tren numarası-saate göre gideceğimiz trenin hangi perondan kalkacağını çözmek ve uzak peronsa nereden nasıl gidiliri araştırmak için vaktimiz olsun diye biraz erken geldik zaten.
Kalan vaktimizi gerçekten bunun için harcıyoruz. Baya bir uğraşıp olayı çözüyoruz ama burada ki sessiz harf kalabalığı, danışacak pek bir yer olmaması, danışmanın yeterli bilgi verememesi bizi umutsuzluğa düşürmüyor değil. Sonra nihayet tabelada bizim tren saatine uygun Prag gidiş noktalı bir sefer beliriyor. Ancak, aynı tren için üç farklı gidiş noktası da var tabelada. Biraz akıl karıştırıcı olsa da en nihayetinde hemen önümüzde ki perona yaklaşan trenin bizim Budapeşte-Prag gece treni olduğunu kesinleştiriyoruz. Bavullarımızı alıp en son vagon olan bizim vagonumuzun kapısı önünde beklemeye koyuluyoruz. Bizim vagonda hizmet verecek olan Stuart gelip odalarımıza bavullarımızı yerleştiriyor ve tanıtımını yapıyor. Yolculuğumuz yaklaşık 10 saat sürecek akşam saat 08:00 de binip sabah 06:00 civarınds Prag'ta olacağız. Tren bizden sonra Berlin'e devam edecek. Dolayısıyla uyandırma hizmeti rica ediyoruz. uyandırma servisi ile birlikte kahvaltı için tercihlerimizi de belirtiyoruz. Kompartımanda aşağıda resimlerden iyice gözlemleyebileceğiniz gibi bize ait bir lavabo, iki yüz havlusu, iki şişe su, kaldırıldığında bir tanesi üç kişilik koltuk olabilen iki ayrı yatak (ranza tipi), bavulları koymak ve elbiseleri asmak için ayrı bir alan mevcut. Yani anlayacağınız konforumuz tavan. Biz Prag'a doğru yol alırken, buradan sonrasını da Prag yazısında yazarım artık, hoşçakalın anacııımmmm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder