Üzerinde ki Gizi Kaldır da Yüzünü Görelim Venedik


Venedik, kuzeydoğu İtalya' da birbirinden kanallarla ayrılmış ve köprülerle bağlanan 118 adanın üzerine kurulu sevimli mi sevimli, labirent gibi bir şehirdir. Kanallar şehri olarak da bilinen Venedik, eskiden Venedik cumhuriyetinin başkentiymiş. Avrupanın en romantik şehri olarak da bilinen bu şehre karayolu ile gidilebiliyor ve tren yoluyla da ancak; o kısım, otopark açısından aşırı yoğun. Biz de Venedik' ten bir önceki durak olan (tren istasyonu) Mestre yakınlarında bir otopark bulalım ve buradan trenle devam edelim diye düşündük.


Navigasyonumuza adres bilgilerini girdikten sonra en yakın otoparkı işaretledik. Yaklaşık 1,5 saatlik yolculuk sonrası geldiğimiz nokta, varmayı umduğumuz yerden bir önceki tren istasyonu olan, Mestre Ospedale' nin hemen yanında ki alışveriş merkezinin otoparkı idi. Aracımızı (ücretsiz olarak) park ettik ve tren istasyonuna doğru ilerledik. Bir sis bir sis anlatamam, kabus ötesi!

sisten istasyonun ucu bile gözükmüyordu :( 
O kadar hayalini kurduğum Venedik gezim sisli mi olacaktı! Böhüüüü!! Ağlarım haa!!! Ay! buralara kadar gelmişim, bir sürü aksilik yaşamışım canımı sıkmamışım sis bana vız gelir tırıs gider. Sis mis Venedik' e gidilecek en nihayetinde şurada kalmış 20 dakikalık yol. Yalnız giden trenlerin saat kaçta buradan geçeceğine bakmamız gerekiyor. Bu arada İtalya'da ilk tren bileti alma-makine deneyimimizi yaşamış olduk. İstasyondaki İtalyan bir teyze bize yardımcı oldu (Tren istasyonundan bilet nasıl alınır bunu İtalya' da ulaşım adlı yazımda bulabilirsiniz). Bu istasyona gelmek ücretsiz otopark açısından oldukça iyi oldu ve fakat çok uğranılan bir istasyon olmadığından Venedik' e giden trenin geçmesine yaklaşık 40 dakika vardı.

Bileti aldık ve istasyon sisli-puslu, soğuk olduğundan alışveriş merkezine girelim ve ısınalım dedik. İyi ki de girmişiz gökte aradığımızı yerde bulduk resmen. Foto makinesi için şarj ara kablosunu evde unutmuşuz :( şarj edebilmek için bir yerden almamız gerekiyordu ki burada bulmak süper oldu. İstasyona dönüp, trene bindik ve yaklaşık 20 dakika içerisinde Venedik' teydik. Venedik Santa Lucia tren istasyonunda inip istasyondan çıktığınız gibi hemen sol tarafınızda Ponte Degli Scalzi köprüsü var buradan karşıya geçtik.

sokakların arasında Per Rialto tabelalarını takip ede ede gezdik. Evlerin arasından, sokakları birleştiren köprülerden geçtik, gondolluların fotoğraflarını çektik, evlere, şehrin güzelliğine bakındık.  O zaman buraya bir kaç foto serpiştirelim :)




böyle güzel sokaklar, köprüler arasında ilerlerken bir maske dükkanına rastladık. Biliyorsunuz Venedik maskeleriyle meşhur. Hatta yılın belli bir döneminde sanırım şubatta olsa gerek maske festivali bile düzenleniyor. O dönemde halk ve turistler maske takıyorlarmış haliyle. Maskenin nereden adet haline getirildiğine gelirsek eğer; bir kaç farklı hikaye var. Bunlardan bir tanesi veba salgını sırasında hem kokudan korunmak hem de hastalığın bulaşmasını önlemek amacıyla takılmaya başlanmış ve böylece gelenekselleşmiş.


Venedik' e gelmişken maskelere bakmadan almadan olur mu?Olmaz! Daldık hemen dükkanın içine, maskeler o kadar güzeldi ki biz kendi kendimizi çaktırmadan fotoğrafını çekmeye çalışırken içeriden bir adam geldi ve maskelerin el yapımı olduğunu zaten şu anda içeride yapım aşamasını görebileceğimizi söyledi. 

İçeride bir teyze elinde maskeleri boyuyordu vallahi izin isteyerek fotoğrafını çektik. Çok şanslı olduğumuzdan dükkanın sahibi maskeler takarak fotoğraf çekilmemize de izin verdi. Hatta kendisi üzerimizde birkaç  kombinasyon yaparak fotoğraf çekilmemizi istedi. 




Kendisinin maskelerinin el yapımı olduğunu burada birçok el yapımı olmayan maskenin de aynı fiyatlara satılmaya çalışılırsa almamamız gerektiğini anlattı. Hatta el yapımını en iyi nasıl anlarız o sırrı da verdi sağ olsun. Efenim altını tırnaklayınca eğer yumurta kutusu gibi bir şey çıkarsa el yapımı kağıt olduğu anlaşılırmış. Bir de plastikler var onları günün ilerleyen saatlerinde artık biz de ayırt edebiliyorduk. Makbulü el yapımı kağıt olan yani. Neyse amcaya teşekkür edip tam yola koyulacaktık ki dönüş yolunda belki orayı bulamayız diye bize kendi Venedik şehir haritasının fotoğrafını çektirtti. Bu harita çok işimize yaradı dönüş yolunda aynı taraftan gitmediğimiz için uğarayamadığımız amca çok sağol! 


Maskeciden çıkıp sokaklarda okula giden bebeler arasından geçerken biraz da üşüdüğümüz için bir cafede ( Goppion Cafe) oturduk. İçeride limonlu kruvasanımızı (1euro) yiyip çayımızı içerken hem de muhabbet ederken içeri giren iki kişiden tanıdık kelimeler (Türkçe) kulağımıza çalındı. Biz de durur muyuz bulmuşuz memleketlimizi daldık muhabbetlerine... Zeynep, Milano'da doktorasını yapıyormuş. Kendisi de erkek arkadaşı Volkan da dünyalar tatlısı insanlar. Bize çok çok çok yardımları dokundu. Venedik citypass kartlarını kullanalım diye bize verip, şöyle bir Grand kanal turu yapın dediler. Ayrıca kaybolan bavulum için Zeynep sağ olsun kendi telefonundan hava limanının iletişim bilgilerini buldu ve orayı arayarak görevlilerle konuştu bavulu yarın alıp alamayacağımızı sordu. O kadar minnettarım anlatamam. Uzak uzak diyarlarda kendi dilimizi konuşan böylesine iyi insanlarla karşılaşmak bizi oldukça duygulandırdı. Resmen gözlerim dolarak Zeynep'e sarıldım. Hayatım boyunca unutamayacağım bu güzel insanlara çook çook müteşekkirim. Yoğun sisli puslu Venedik gezimizin en güzel anısı Zeynep ve Volkan ile tanışmak oldu diyebiliriz heralde :) 


Zeynep ve Volkan' dan ayrıldıktan sonra Rialto Bridge doğru yürüdük ve nihayetinde köprüyü bulduk. Köprüyü arkamıza alan fotoğraflar da çekildikten sonra köprünün üzerinden karşıya geçtik.


1181 yılında ahşap olarak yapılan köprü bir kaç yangın ve çökmeler sonucu 1591 yılında aslına uygun olarak taş köprü şeklinde inaşaatı tamamlanmış. Köprünün üzerinde günümüzde sağlı sollu çeşitli dükkanlar mevcut. Tam ortasında tepe noktasında karşılıklı seyirlik balkonları var ve buralardan grand kanalı fotoğraflayabilirsiniz. Hatta balkonlarda ki demirlerden birinde rengarenk kilitler mevcuttu. Öğrendiğimize göre burada  dilek dileyip gerçekleşmesi için kilidi demire takıp anahtarı suya atmak gerekiyormuş. Rialtodan vaporettoya binip San marco zaccariada indik. İnene kadar bir nevi yarım Grand kanal turu yapmış olduk gerçi. Bu arada uzaktan el salladığımız bir kaç güzel yapı oldu tabi. Bunlardan bir tanesi de Santa Maria Della Salute Bazilikası


kendisi pek değerli olmadığı halde dış yapısının görkemi dolayısıyla en çok fotoğrafı çekilen Bazilikalar arasındaymış. İçini, değerini filan bilmem ama uzaktan görünümü hakikaten çok güzel.  


Bu da Accademia sanat galerisinin (19. y.y. öncesi sanat eserleri sergilenir) bulunduğu yerde ki Accademia köprüsü, ahşaptan yapılı olan bu köprü kanal üzerinde ki dört büyük köprüden güneyde olanı imiş. 

Şuraya minik mutlu bir Venedik vaporetto hattının da fotoğrafını koyayım ki benim işime yaradığı gibi sizin de işinize yarasın :) Yarımşar porsiyonluk büyük kanal turumuzu tamamlayıp vaporettodan inince sol tarafımıza doğru yürüdük ve kalabalığı da takip edince San Marco meydanına vardık. Tam meydana girerken Gökhan' ın "şu Yalın mı?" diye işaret ettiği tarafa dönüp baktım ki kocacığımın  Yalın sandığı meğerse Ozan Doğuluymuş. Kahkahayı bastım tabi. Ozan abim durumun farkına vardı mı bilmem ama bana iyi bir dalga konusu oldu :). Daha Ozanı da yakınen görmedim demem hem de Venedik' te. Fazla vaktimiz olmadığından hatıra fotosu çekilmeyi es geçip Ozancığıma elveda diyerek geldik meydana. Meydanın tam karşısında adını aldığı San Marco Bazilikası var. Bazilika, Venedik dükalarının şapeliymiş ve halka ait değilmiş. 1807 yılından beri de Venedik patriğinin ikametgahıymış. 



Bazilikanın hemen yanından yükselen devasa kule de bu bazilikanın çan kulesi imiş. Kuleye çıkılıp Venedik' i görmek mümkünmüş ancak bizim meydanda bulunduğumuz vakitte kapılar kapalıydı. Gerçi çok da tavsiye edilmemişti zaten açık da olsa da muhtemelen çıkmayacaktık. Çünkü kuleye çıkınca çok da net bir Venedik görüntüsü elde edilemiyormuş. Hele ki böyle sisli bir günde hiç bir anlamlı olmazdı. Yine bu Meydanda ayrıca Palazzo ducale (dükler sarayı) de var. Gotik tarzda yapılmış olan bu saray Venedik dükalarınınn köşkü imiş. Tam da bu meydanda dışarıda oturduğunuzda piyano eşliğinde canlı klasik müzik dinleyebileceğiniz cafe&restaurantlar mevcut. Bunlardan Cafe florian 1720 den beri burada hizmet vermekteymiş. 


bu meydana giden illa ki burada oturup meydanı seyrederek kahvesini yudumlamalı denilmişti bize. Biz yapamadık, siz yapın lütfen. Güzel güneşli bir günde oturup bu meydanda dinlenin ve keyfini çıkartın. Akşam sisine kalmadan otele dönme telaşı bizi sarmaya başladığından San Marco meydanına geldiğimiz vaporetto duraklarına dönelim dedik. Bu sırada merdivenlerin üzerinde bir köprüde fotoğraf çekilen insan kalabalığını görünce anladık ki ahlar köprüsünün (Ponte dei Sospiri) oradayız. Fotoğrafta da görüldüğü üzere köprü üzerinde taştan ızgaralı pencereler var. Eski esirleri Venedik Cenova saraylarında ki sorgu odalarına götürmek için kullanılan bu köprüden geçen mahkumlar, hücrelerine gitmeden önce Venedik' e bu pencerelrden son kez bakarlarmış. Köprünün adı buradan gelmekteymiş. Biz de mekana uygun pozumuzu Verdik tabi, daha doğrusu Gökhan verdi :)


Vaporetto durağında sağa ve sola ayrılan iki farklı hat var. Bir tarafı Santa Lucia tren istasyonundan geçiyordu işte aradığımız hat bu hat.


Binip istasyona vardık. Dönüş biletimizi aldık ve baktık ki biraz daha zaman var istasyonun solunda uzanan sokakta (Rio Terra Lista di Spagna) gezinelim biraz da dedik. İyi de etmişiz...bu sokakta çokça oteller, cafeler, hediyelik eşya dükkanları hepsi vardı ve çok renkli bir sokaktı ancak akşam karanlığı çöktü, dönüş vakti geldi çattı. Dünya mirasları listesinde yer alan bu harika şehri sisli bir günde dahi olsa görmek, bizim için anlatılmaz yaşanır denilecek cinsten bir deneyimdi.  Eminim güneşli bir bahar ya da yaz günü güzelliklerinin keşfi daha da kolay ve keyifli olacaktır. 

2 yorum:

  1. maceranız süpermiş ben sizi nerden buldum derseniz maskeler den çok ilgimi çekiyorlar güzel anlatmışınız

    YanıtlaSil