Kısa Kaçamaklar İstanbul

Her sene olduğu gibi bu sene de olmazsa olmaz olan İstanbul haftasonu kaçamağımızı ailecek eğlenceli bi hale getirmeye çalıştık. Hazır gitmişken Trabzon'da yapma fırsatı bulamayacağımız bir takım aktivitelerde bulunmak gayet mantıklı olacaktı. Hal böyle olunca araştırmacı kişilik ben :) kendimi öveyim azıcık ıhım ıhım:) Başladım araştırmaya...
Neyse tabi araştırmaya başlamak için önce, "ne yapmak istediğimiz"e karar vermek lazım. Tiyatro mu? Konser mi? Müzikhol mü?.  biletixden şehirlerarası faliyetlere zaten ulaşabiliyorsunuz ancak, oturduğunuz mekanda "hem alkolümü alıp hem yemeğimi yiyeyim, hem eğlencem tam olsun" diyorsanız mekanların kendi sayfalarından faydalanmak daha mantıklı tabi. Biz İstanbul'a bu sefer Çağrı abi ve Alev ablayla gidecektik. Onlarla da yaptığımız fikir alış verişi sonrası  Bülent Ersoy ya da Sibel Can'ı dinlemeye gidelim diye baktık. Sibel Can'ın Mayıs ayında İstanbul'da her hangi bir programı yoktu. Bu bilgiye Sibel Can'ın kendi sayfasından ulaşabilirsiniz www.sibelcan.com.tr.  Sonra Bülent Ersoy'a baktık Mayıs ayında www.gunayrestaurant.com.tr da çıkıyor. Hemen o tarih için yer ayırttım ve uçak biletlerini de aldım. Bookingden Nişantaşında bi otel ayarladım, Hotel Favori Nişantaşı. İki gece iki oda için toplamda 950 TL ödedik. Çok da güzel  döşenmiş, temiz, ulaşımı kolay bir oteldi. Otel de ayarlandıktan sonra yaklaşık 3 hafta önceden her şey tamamlanmış oldu. Cuma gidiş-Pazar dönüş. İlk akşamı doldurduk 2. Akşam ve gündüzlerde ne yapalım diye düşünürken aklıma adalar geldi. Başladım nasıl gidilir? nereden binilir? nasıl gezilirleri? araştırmaya. Çok da kolaymış. Kabataştan özel bir firmaya ait olduğunu düşündüğüm bir vapur/feribota 7-8 TL ye binip, yaklaşık bir saat içinde büyükadadasınız. Önce Heybeliadaya da uğruyor isteyenler orada da inebilir. İnip Heybeliadayı gezip günün diğer yarısı için yine bu vapurlarla Büyükadaya devam edebilir. Araştırmalarım cepte, içimizden ne gelirse doğaçlama onu da yaparız deyip, yapılacak aktiviteler not defterimi kapattım. Ta ki son hafta Bülent Ersoy konserinin iptal olduğundan  haberdar edileceğim telefon gelene kadar. Biletler promosyon cinsinden alınmış, otel ayırtılmış, gitmek için gerekli motivasyon sağlanmış, ille de gitmek gerek. Gitmişken de eğlenmek tabi ki...Tekrar google sağolsun o hafta sonu için etkinliklere bakarken ataköy Marina Nossa Costada (www.nossacosta.com) Fatih Ürek'in çıktığını gördüm hemen gezi arkadaşlarımızla irtibata geçip onay aldıktan sonra yer ayırttım. Eveeett! Her bi şeyler hallolduğuna göre artık vakit beklenmekte. Cuma sabahı  10:05 uçağıyla İstanbul'a gidiş yolculuğumuz başladı. Havalimanında inip havaş ile önce Taksime oradan da taksi ile Nişantaşında ki otelimize geldik. Bavulları bırakıp hemen Nişantaşı civarında gezintiye çıktık. Daha önce ki tüm gidişlerimizde Perada kaldığımız (ve aslında hastasıyız o bölgenin) için bu sefer Nişantaşını seçmiştim. Daha önce görme fırsatım da pek olmamıştı zaten. Nişantaşı sokaklarında dolaşıp bir şeyler atıştırabileceğimiz bir yer ararken Vali Konağı caddesi üzerinde bulunan Zamane Kahvesinde oturduk. Bir çökertme kebap, bir ege otları salatası, bir de tahıllı salata siparişi verdik. Sadece tahıllı salatanın güzel olduğuna karar verip açlığımızı yatıştıramadan buradan kalktık.
isteyenlere fiyatlarıyla birlikte menu hizmeti :)

Bir yere gidildiğine daha da kabaran iştahım beynimi dolayısıyla da ayaklarımı ele geçirdi ve daha önceden duymuş olduğum Hümaliva çikolata kahveye doğru gezine gezine gittik. Ay çok şeker dekorasyonu olan ve leziz mi leziz el yapımı çikolatası ile benim gibi çikolata hastası bir insanın damağında unutulmayacak tatlar bırakmayı başardı. Şiddetle tavsiye edilir. Hümalivada bir adet allegro ve 4 türk kahvesi sipariş ettik. Yan masaya gelen şeyler de pek güzel gözüküyodu bu arada.
allegro 

saksı değilim ben:)

Adı neymiş bi bakayım sanırım ben saksı değilim, isme bak...ay çok şirin biryer hakikaten yolunuzu düşürün ve uğrayın. Bu arada bizim allegro bir harika en dibinde sanki kadayıf mı var, ne? Ay beni burada bırakın gidin, hep burada kalayım. Sadece ben değil tabi hepimiz için allegronun tadı damağımızda kaldı. İstanbul'a gelince uğramadan gidilmeyecek bir yer eklendi listemize (resimler internetten alıntı yerken deli gibi saldırmış olduğumdan fotolarını çekemedim). Mekandan kalkıp biraz daha sokaklarda yürüdük. Valikonağı caddesi boyunca ilerleyip Fulya civarına geldik. Buradan taksiye binip Akaretlerde indik ve Deniz Müzesine doğru ilerledik. Ve fakat bizim makus talihimizdir, diğer yazılardan okuyanlar bilir; müze kapalı. Yine açık olan saatlerine yetişilemeyen bir müze vakası durumu. Her neyse moral bozmak yok. Bu arada 5-10 dakikayla kaçırmış olduğumuzu belirtmek isterim :) Buradan İstanbul'u keşfetmeye başladığım üniversite yıllarından beri yaptığım usül, Çırağan Caddesi boyunca yürüyerek Ortaköye geldik. Aslına bakarsanız hedef Ortaköy değildi ama ayaklarımız bizi oraya götürdü. Ortaköyde Bomonti Brasseriede oturduk, dinlendik, demlendik, kısmen güzel havada muhabbetin dibine vurduk. Gece yarısına yakın bi vakitte geri dönüş için yola düştük, ama akıllarda hep midye dolma var. Ne dedik gelmeden memlekette yapılamayan ya da nadiren yapılan ne varsa burda yapılacak. Çırağan Caddesinin Ortaköyden dönüşte sonunda sol tarafta Midyeci Ahmete geldik. Gelsin kokoreçler, gelsin midye dolmalar, midye tavalar...Ayhh!! ağzımın suları aktı vallahi yazarken bile. Her şey şahane tam istediğimiz gibi, süper. Bu arada öğrendik ki biz gitmeden bir- iki hafta önce Midyeci Ahmet bir midye yeme yarışması yapmış ve deli gibi sayılarda tüketim olmuş. Acaba denk gelseydik ne kadar yiyebilirdim diye düşünmedim değil hani...  
          II.Gün:
Cumartesi günü sabahı kalkıp bir gün önce Teşvikiye tarafında gördüğümüz Van Kahvaltı Evine gittik. Madem Van'a henüz gidemiyoruz o zaman Van kahvaltısı bize gelsin :) Çok bi beğendik mi? hayır. Bu sefer olmadı. Zaten bizim felsefemiz; lezzetleri kendine has bölgelerde deneyimlemek. Bir akşam önce edindiğimiz broşürler sayesinde Büyükada'ya gidecek olan vapurların saatlerine bakmış olduğumuzdan, vapura yetişmek için Kabataş vapur iskelesine taksi ile geldik. Burada Gökhan'ın akrabası Uğur abiyle buluşup vapura bindik ve yolculuğumuz başladı. Yaklaşık 1saat sonra önce Heybeliada'ya uğrayan vapur ile Büyükada'ya vardık.

Adaya indiğimizde hemen herkesin elinde gördüğümüz dondurmalardan biz de birer tane aldık ve faytonların kalkış noktasını bulmak için adanın içlerine doğru gittik. Sanırım tam tersi yöne gitmişiz bir daha geriye döndük ve toplamda 5 kişi olduğumuz için 2 ayrı fayton kiraladık. Büyük tur (79TL) satın alıp fayton sefamıza başladık. turun toplamda 1-1,5 saat süreceği söyleniliyordu, tam hatırlayamıyorum saat tutmuş muydum? Bugün düşündüğümde sanki daha kısa mı sürmüştü acaba? Neyse kısa-uzun ne fark eder? Bisiklet kullanmayı bilmediğime göre fayton kiralamak en mantıklısıydı tabi ki. Zaten adalarda araç trafiği yasak. Yollar hafta sonu olduğundan olsa gerek, nasıl bi dolu nasıl bi dolu... Adım başı ya fayton, ya bisikletli genç gruplar. Faytonla güzelim evlerin, köşklerin arasından süzülerek geçip tüm faytonların mola verdiği bir bölgeye geldik ve biz de mola verdik tabi.





İşte tam da buradan Aya Yorgi Kilisesine gidiliyor. Dik bir yokuş ile başlayan yol kim bilir nasıl devam ediyor? Bilmiyoruz, niye? faytonla tura devam edeceğiz. 5-10 dakikalık mola sonrası yola devam ediyoruz. Yolun ikinci yarısında Faytoncu amcanın bilgi vermesiyle öğreniyoruz ki Reşat Nuri Güntekin' in evinin önünden geçiyoruz.
Reşat Nuri Evi

Turu bitirip başladığımız noktaya geri döndüğümüzde baharın güzel meyvelerinin sergilendiği bir manav tezgahını es geçemedik ve papaz erik alıp yola devam ettik. Gökhan ve ben faytonla gezdiğimiz yerleri tekrar, papaz erikleri kütürdeterek yiyerek, yaya olarak gezmek için aynı yolda yürümeye başladık. Yolun her iki kenarında insanı kendine hayran bırakan güzellikte ahşap evler. Evlerin önü ağaçlıklı yol, yolun alt tarafı deniz. Mavi, yeşil, panjurlu ahşap evlerin çeşitli renkleri... 


Hafta sonu, o kalabalık ziyaretçi akının içinde kaybolmak suretiyle adayı gezmiş olmamıza rağmen yine de insanda bir dinginlik, huzur etkisi oluşturduğu kesin. Belki de araç trafiği olmaması ile alakalıdır...



Evlerin arasından yorulana kadar yürüyüp, sahil kenarında ki bir cafede oturmuş ekibin diğer yarısının yanına döndük. Bir müddet burada dinlendik ve tekrar dönüş yolu için vapura binmek üzere iskeleye geldik. Hemen bilet alıp vapura bindik binmesine de bu vapur ne köhne? Ne pis kokulu? Ne eski? Ne kalabalık ıyhhh!! Geldiğimiz vapurla alakası yok. Sonradan, anladık ki geldiğimiz az daha özeli gibi. Yani bu vapur 2 tl daha ucuz. Ama bizi asıl yanıltan iskeleden binecek olduğumuzu sanmamız, halbuki sabah gelirken iskelede inmedik. Az daha ilerde bir yerde indik. Neyse binmiş bulunduk artık yapacak bir şey yok. Ucu ucuna Uğur abiyi de Bursa vapuruna yetiştirdikten sonra biz de merakla beklenen gece etkinliğimize doğru yola koyulduk. Tabi, önce otele gidip hazırlanmalı. Pratik bayanlar olduğumuzdan kısa zamanda hazırlanıp çıktık. Nişantaşından Ataköye taksiyle gittik. Ataköye geldik, marinanın  civarlarında yol yapım çalışması, bişiler. Marinanın girişi bi değişmiş. Taksiyle o civarda 3-5 tur atıp, mekanı 15 kere arayıp şoför amcayla konuşturarak hedefe en nihayetinde ulaştık. Program 9' da başlayıp Fatihcim 11 gibi çıkacaktı. Öyle bi oldu ki dolanmaktan 10:20 lerde ancak mekana girebildik. İyi de oldu. Eğlenceye kadar atıştırmaca :) Ay işte geliyor! Kendinden önce parfümü geldi...mis mis, ay! ne bu? ne kadar fresh bir koku.





Masalarda çeşitli illerden gelen gruplar, herkes bir coşkulu, allaaahhhh!! ohhh!! kop! kop! :)) Kesinlikle eğlence on numara. İyi ki gelmişiz. Ayrıca ücretler de öyle afaki hiç verilmeyecek rakamlar asla değil. Biz Ataköy Marina Cossa Nostada ki bu eğlence için arka masalardan tercih ettik. Yalnız tam ortadan sahneyi çok güzel gören bir masa ayarlanmıştı. Ayrıca sınırsız yerli içki, ara sıcaklar, ana yemekler hepsi gayet de güzeldi. Yani kişi başı 250 TL'ye hem en kralından eğlendik, hem yedik, içtik, doyduk. Saat 01:30 civarı program bitti biz de otele doğru tekrar yola çıktık. Fakat canımız (daha doğrusu pis boğazımız) midye çekti yine. Ay yazarken ağzımın suyu akıyor vallahi :P Midyeci Ahmeti aradık kapalı. Biz de Şampiyona gideriz o zaman dedik ve İstanbul'un 24 saat uyumayan bölgesi Beyoğluna geldik. Yalnız sadece midye dolma için hakikaten. Taksici bizi Şampiyona en yakın yerde bıraktı. Mekana bi girişimiz var. Bi de kalkışımız :) 10 dakika sürdü sürmedi. Hüp hüp gitti midye dolmalar. Ohhh! Yarasın! İkinci günde gezinin asıl önemli aktivitelerini gerçekleştirip günü böylece noktalamış olduk. Bizim İstanbul' a gelip bir hafta sonuna sığdırabildiklerimiz böyleydi, çok da güzeldi. Başka hafta sonu kaçamaklarında görüşmek üzere...Beni takip edin anacıımmm :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder