22 Nisan 2017 Cumartesi

Kısa Kaçamaklar İstanbul-II Anadolu Yakası


İstanbul'da I. Gün:

Yine bir hafta sonu kaçamağı için İstanbul'dayız. Bu sefer Anadolu yakasını gezeceğiz. Yine Pegasusun ucuz biletlerinden Cuma sabah gidiş- Pazar akşam dönüş olarak biletler alındı. Kadıköy İstanbul Life Hotel ayarlandı. Kadıköyde her yere yürüme mesafesinde ki otelimize, iki gece için 340 TL rezervasyonu yapıldı. Pegasus ile İstanbul'a Trabzon'dan inişler zaten Sabiha Gökçen hava limanına olmakta. İndikten sonra havabus ile Kadıköye geldik. Otobüs duraklarında (son durak) indik ve otel 2-3 dakikalık yürüme mesafesinde. Otelimiz çok şirin bir butik otel fiyat-fayda dengesini tam kararında karşılamakta. Odalara yerleşip güzel havanın tadını çıkartmak için hemen dışarı atıyoruz kendimizi. Hava yazdan kalma gibi. İlk durağımız, otele yürüme mesafesinde ki Haydarpaşa tren garı. Gar, yürüme mesafesinde tamam ama tadilatta olduğundan etrafında dönüp duruyoruz.




Aslında niyetimiz, filmlere konu olmuş denize karşı merdivenlerinden boğazı seyretmek ancak o kısım tamamen tadilatta. Civarda orada çalışan birisini bulup soruyoruz ve öğreniyoruz ki gar yaklaşık beş senedir zaten tadilattaymış ve buradan seferler iptal olmuş. Garın etrafında inşaatı ve yıllar içerisinde başına gelenlerin anlatıldığı bir kaç görsel mevcut. Hep bi yangınlardan geçmiş yazık bina. TCDD'nin ana  istasyonu olan gar , 1908'de İstanbul-Bağdat demir yolu başlangıç noktası olarak inşa edilmiş. Binanın inşası mimarından ustasına Almanlar tarafından gerçekleştirilmiş. I. Dünya savaşında gar deposunda ki cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bölümü hasar görmüş. Yıllar sonra 1970'lerin sonuna doğru boğazda gerçekleşen bir kazanın oluşturduğu patlamadan da nasibini almış. 2010' da çatısında çıkan yangın ile çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiş. Bu kadar badireden sonra yine de dimdik ayakta, tüm görkemiyle ziyaretçilerini beklemekte. Biraz etrafını gezdikten sonra buradan ayrılıp feribot limanına geri dönüp Çengelköy dolmuşuna biniyoruz ve Çengelköyde meşhur börekçilerde iniyoruz.



Börekçinin hemen yanından denize doğru biraz ilerleyin işte çocukluğumuzun unutulmaz dizisi Süper Baba'nın birçok sahnesinde gördüğümüz Fikonun en yakın arkadaşı Nihat'ın kahvehanesi, Çınaraltı Çay Bahçesi.



Deniz kenarında yer yok, şansımıza küsüp içeride bir yer buluyor ve oturuyoruz. Beyler hemen girişte ki börekçiden börekleri alıp geliyor. Cevizli-peynirli, benim favorim. Kıymalı da ayrı mı bir güzel ne? Bugüne kadar dışarıda yapılmış olarak yediğim en güzel börekler. Diyeceksiniz ki 'aman börek işte' Doğru, sadece börek ve fakat o kadar tazecik ki...çay-börek-Çınaraltı mest oluyoruz mest. Bizimkisi daha çok gurme turu zaten. Hepimiz (özellikle kızlar) nerede ne yenir modunda olduğumuzdan, belli ki bu gezi aşırı bir eğlenceli olacak. Çınaraltında huzuru bulduktan sonra tavuk göğsü-kazandibinin namını duyduğumuz Abdullahağa Sütiş Yalısına geliyoruz. Zaten 1 dakika bile sürmeyecek bir uzaklıkta. Çeşit çeşit tatlılar 'beni ye' diyorlar :) deniz kenarında bir masaya oturuyoruz.



Boğaza nazır kahvelerimizi yudumlarken gerçek tavuk etli (ilk gerçek tavuk etli tavuk göğsü yiyişimdir) tavukgöğsü-kazandibi kaymaklı dondurma eşliğinde geliyor. O kadar kıvamlı ki benim gibi bir tatlı canavarı bile yemekte zorlanıyor. Tatlar muhteşem, ayrıca fiyatlar da gayet makul. Kazandibinin tanesi 11,5 TL mesela aşağı yukarı aynı fiyatlarda sütiş muhallebisi de oldukça lezzetli. Şiddetle tavsiye edilir :) Artık güneş batmaya yaklaşırken tekrar dolmuş duraklarına ilerliyoruz. Çünkü otele dönüp akşam etkinliğine hazırlanmamız gerek ve fakat boş dolmuş bulmak ne mümkün. Nasıl olsa İstanbul'da taksi ile ulaşım fiyat olarak çok sorun değil. Yaklaşık 40 TL'ye Çengelköy'den Kadıköy rıhtıma geliyoruz. Akşam etkinliğimiz Mastori By Theo'da Fedon dinlemek. Daha önce ki 'kısa kaçamaklar' yazımda belirtmiş olduğum gibi memlekette yapılamayacak aktiviteleri büyük şehirlere gidince yapabilmek, imkanlar dahilinde tabi yegane amacımız. Biz de aslında yılbaşı için Fedon dinlemeye gelecektik. Bende zaten Kos adasından kalma bi Rum Taverna Müzikleri dinleme hastalığı oluştu ve bunu İstanbul'da en iyi kimden dinleriz tabi ki Fedon diyerek bu meyhaneyi bulduk. Mastori by Theo, Fedon'un oğlunun meyhanesi, cuma akşamları ve özel gecelerde Fedon sahne almakta. Yılbaşı için gelemeyince aslında yapılmayacak bir şeyi bizim için yapan Mastori meyhane ailesine teşekkürleri buradan bir borç bilirim. Ödemiş olduğumuz kaparoyu şubat ayı sonuna kadar saklamak gibi bir güzellik yaptılar ve biz de şubat ayı sonlanmadan bu etkinliği gerçekleştirmek üzere teşrif ettik efenim. Gelelim meyhaneyi anlatmaya, Mastori by Theo, Bostancıda sahil yolunda bulunuyor. Mekan pek şirin sahneyi yandan gören bir masadayız. Program başlıyor. Mezeler, yemekler, içecekler çok kaliteli ve oldukça lezzetli. Kişi başı ücret: 225 TL. Biz muhteşem eğlendik, hatta hiç tahmin edemediğimiz kadar eğlendik. Hatta çıkışta Fedon ile özel fotomuzu dahi  çekildik.





İstanbul'da II. Gün:

İstanbul'da ikinci günümüz sabahında kadıköyde bulunan Esmer Chef'e gittik. Menüde gösterilene göre accayip güzel bi kahvaltı bizi bekliyor. Ancak biz de bekliyoruz bekliyoruz ve fakat gelenler menüdekiler değil.

kahvaltı bu kadarsa ben doymam söyleyeyim yani. Şimdi desteksiz istekte bulunmuş olmayayım diye bir menü rica ediyorum ve bakıyorum ki doğru hatırlamışım, sıcaklar neredeyse hiç gelmemiş. Garson geliyor ve bizim sıcakların yanlışlıkla başka masaya gitmiş olabileceğini söylüyor. Ay ne sinir olduk. Patates kızartması bile yok masada düşünün. Baya daha bi bekledikten sonra gelmesi gereken her şey tamamlanıyor da rahatlıyorum. Gerçi geç kalmış olmasının verdiği siniri atamadım hala. Çünkü, bence böyle durumlarda ya işletme yöneticisinin gelip bi özür dilemesi gerek ya da ikram edilmeli, bazı şeyler ekstralar olmalı. Niye? Çünkü boşu boşuna beni bekletmişsin, telafi etmen lazım değil mi? Tabi kahvaltıyı yapıp kalkıyoruz ama bunu buradan paylaşmazsam şişerdim vallahi :) Bugün istikamet Üsküdar-Kuzguncuk. Kadıköy rıhtımdan Üsküdar dolmuşlarına binip yaklaşık yarım saat sonrasında Üsküdardayız. Dolmuştan indiğimiz yer İskele meydanına yakın bir uzaklıkta buradan Beşiktaş, Kabataş, Eminönü, Haliç ve Boğaziçine düzenli vapur seferleri yapılıyor. Sahil boyu ilerliyoruz ve meşhur Salacak Merdivenlerine geliyoruz. Hava öyle rüzgarlı ki hiç oturmalık değil bence. Yalnız oturanlar var tabi, tercih meselesi.




Güzel havada Kız Kulesi manzarası ile oturulabilinir. Hemen karşıda da Kız Kulesi var zaten. Grubun neredeyse tamamı Kuleye gittiği için ve içini görmenin çok da matah bir şey olmadığını bildiğimizden. En nihayetinde romantik yemek yemeye gitmiyoruz :) Bilenler, bilmeyenlere anlatsın gelenekseline uyduk ve deniz kenarı soğuğu da yememek için çevirdiğimiz bir taksiye atlayıp Kuzguncuk yolunu tuttuk. Kuzguncuk'un cumbalı eski ahşap evleri, eski kokusu, şirin cafelerinin olduğu İcadiye sokağına geliyoruz. Asıl görmek istediğimiz yer, burası. Yine gençlik dönemlerimize denk gelmiş olması lazım "Ekmek Teknesi" diye bir dizi vardı. Onun çekildiği yerler buralardaymış. A! Hatta diziye ismini veren Ekmek Teknesi işte burada.



Herodot Cevdet'i, Kirli' yi anımsadım birden. Mahalle çok şirin 2-3 katlı minik minik, kimi ahşap ki asıl göz alanlar onlar, kimi beton ama az katlı evleri, bu evlerin altında dışarıda masaları olan şirin mi şirin cafeleri, arnavut kaldırımlı taş sokakları, bizde İstanbul'da merkezi yerde, şehrin gürültüsünden uzak yaşanır vallahi burada izlenimi oluşturdu ilk bakışta.







Sokak boyu ilerliyoruz, ara sokaklara girdikçe mahallenin aslında içlere doğru bayırla yükseldiğini görüyoruz. Sanatçıların yeni gözdelerindenmiş Kuzguncuk, biz de bir tanesini görüyoruz ama aslı sanat sokakta. Ağaçlara dantel giydirmişler, rengarenk ne de güzel olmuş. Yol üzerinde bir çan kulesi görüyoruz.








Bu kule, Hagios Panteleimon Klisesine ait, 1911 yılında yapılmış üç katlı bir kule. Yukarılara çıkamıyoruz. gözümüz yemedi o koca bayırı. Ama burada içimize huzur doldu resmen, o yüzden biraz daha kalmalıyız. Bir cafede oturup dinlenelim o zaman. Kahvelerimizi yudumlarken dışarıda sakince akan yaşamı gözlemliyoruz. Kesinlikle İstanbul'un keşmekeşinden uzak tarihi ahşap evleriyle iç ısıtan bir mahalle, gidilip görülmeli. Akşam yemeğini güzel bir yerde yemek istiyoruz. Aslında ocak başı istiyorduk ama Koşuyolunda çok güzel bir meyhane bulduk yer de ayırttık oraya gideceğiz. Akşam gidiş için yola çıkıyoruz ancak bulunduğumuz otelin önüne ters istikamet olduğu için taksi gelmiyor.  Biz de rıhtım caddesine çıkıyoruz ancak öyle bir yağmur yağmaya başladı ki taksi bulmak ne mümkün en son bi tanesine atlıyoruz ve doğru "Selimiye Birtat Koşuyolu" Meyhanesine geliyoruz. Mezelerden seçip meyhanenin meşhur lezzetlerini deniyoruz. Satır kebabı, ciğer, sakatatlar (dana dil, beyin), güveçte kokoreç, soğuk meze çeşitleri...



Her biri ayrı ayrı şahane lezzetler ama ciğer muhteşem. Kesinlikle yemeden kalkmayın. Burada ki vaktimizi de muhabbet arasına sıkıştırılmış enfes lezzetlerle tatlandırarak bitiriyoruz. Çıkışta deli gibi yağmur var yine ancak az aşağıda meşhur "Ceviz Ağacı" pastanesine gidiyoruz. Gece yarısına yakın bir vakitte, gurme turuna yakışır davranmak gerektiğinden :) tatlılarımız söylüyoruz ve mide cilalarımız da tamam.

Gerçi benim söylediğim kocaman bir şey bitiremedim adı da Concord-14TL. Diğer tatlıların adını tam hatırlayamadım şimdi ama toplamda 47TL ödeyip kalkıyoruz. Yorgunluk çöktü artık otele dönüş vakti.

 İstanbul'da III. Gün:

Dönüş gece olduğundan öyle çok acele etmemize gerek yok, hem bugün Kadıköy'ü gezeceğiz. Öğlene doğru kalktık ve otelden çıkış işlemlerimizi yapıp. Kahvaltı için Kadıköyün ara sokaklarına doru attık kendimizi. "Happy Moons" bugün kü kahvaltı tercihimiz. Kahvaltı tabağı kişibaşı 23TL.


Kahvaltısı güzel ama öyle fevkalade de değil. Ayrıca mekan  gürültülü ötesi. Gürültüden ne konuştuğunuzu duyamıyorsunuz. Bir daha gelsem ilk tercihim olmaz şahsen. Aslında daha güzel yerler bulduk Suadiye taraflarında ancak butik işletmeler olduklarından yer ayırtmak gerekti ve her yer doluydu. Neyse maksat bir arada olmak ve açlığımızı yatıştırmak. Kahvaltımızı bitirip Kadıköy civarını adımlamaya başlıyoruz. O da nesi sokağın ortasında bir kalıntı, yaklaşınca anlıyoruz ki Köçeoğlu Hamamının kemer ve duvar kalıntısıymış.



Hamam, 1840 yılında saray sarrafı Agop Köçeyan adına yapılmış. İlerlediğimiz cadde boyunca neredeyse adım başı özel tiyatro sahneleri görüyoruz. Demek İstanbul'da sanatın kalbi burada atıyor, bu bizi çok mutlu ediyor. Biraz daha içerilere Moda'ya doğru ilerliyoruz. Yol üzerinde Ayia Triada Rum Ortodoks Klisesini görüyoruz.


Buradan tekrar Kadıköy çarşıya doğru dönüyoruz. Dönüş yolunda çok güzel eski ahşap evler gözümüze çarpıyor, ne de güzeller. Keşke eskiyi aslına uygun şekilde, gereken değeri vererek saklayabilsek. Yolumuzu kaybede-bula en nihayetinde Kadıköy çarşıya geliyoruz. Burada kurulu pazar öyle renkli ki gezmeden edemiyoruz. Ne isterseniz var pazarda. Turşudan balığa, sebze-meyveden midye dolmaya hepsi mevcut.




Buradan hem dinlenmek hem de dizilere konu olmuş tatlarını denemek için Baylan Pastanesine gidiyoruz. Arnavutluk'tan İstanbul'a  göç eden Filip Lenas ilk başta ünlü pastacı M.Moulatier yanında çıraklık yaparak mesleği öğrenmiş. Daha sonra Beyoğlu Deva çıkmazı'nda Loryan ismiyle ilk şube açılmış (1923). 2010 yılında da Kadıköy şubesi hizmete başlamış. Biz her birinin tadına ayrı ayrı bakabilmek için üç ayrı tatlı siparişi verdik. Bunlar; Kup Griye, Adisababa ve Mont Blanc. Kup Griye, bal badem krokan ve karamelli sos eşliğinde vanilyalı ve karamelli dondurma. Adisababa, çilekli, vanilyalı, fıstıklı ve çikolatalı parfe. Mont Blanc ise menümüzde yoktu ancak diziden bildiğimiz için istedik ve benim en sevdiğim tatlı kestane püresi ve taze kremadan oluşan bu tatlı oldu.


İstanbul'da ki son anlarımızı bu güzel lezzetlerle tatlandırdık ve gezimiz bu seferlik yine son buldu. Yeni bir 'kısa kaçamaklar'da tekrar görüşmek üzere efenim, hoşçakalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder